Günay Hacıyeva
Üşüyorum Anne
Hayat sürprizlerle doludur gerçekten... Hem de herkese farklı yaklaşan, herkesi farklı etkileyen sürprizlerle! Bu sürprizlerin bazıları güzel ve tatlı olsa da bazıları o kadar acı barındırır ki içinde; Bir daha ne sen, sen olabilirsin, ne de
düştüğün yerden kalkmayı başarabilirsin. "Düşmek" altı harflik tek kelime ama içinde o kadar mana barındırıyor ki. Anlatamam! "Kalkmak" yedi harflik tek kelime olsa da
ağızdan çıktığı gibi bir çırpıda gerçekleşmeyen bir eylem. Bir
derenin dibine düşersen kalkman ve oradan çıkman zor olur. Mesela bir el lazım bunun için, bir destek! Güvendiğin bir
nefes, inandığın bir ruh istersin. Elini uzatıp ta tam seni çıkaracağım derken tekrar elini bırakıp seni kuyuya atmamalı o kişi, bunu yapmayacağına da inanman lazım en başta. Peki, o el nerede? Ben bir kuyuda oturmuş umutla bekliyorum ne bir el uzandı beni kaldırmak için, ne de bir nefes geldi soluk almama yardım etmek için.
Hayat zor, o kadar zor ki yaptığı oyunlarla insanları birbirinden uzaklaştırır. İnsan istemese ona nefes olabilecek
insanları neden tenhalığa itsin ki? Her haltı yiyip suçu; kaderin, hayatın üzerine atan canlıya insan denmiyor muydu?
Peki, neden bu sorular beynimi ve kalbimi ele geçiriyor? Neden gerçekliğine inandığım bu sahte dünya beni yalnızlığa
itiyor? Neden bana soluk aldıracak sadece bir nefes varken, beni nefessiz bırakıyor? Nefes almak yaşamak demek
değildir, bir insanın güveni, hayalleri, umutları yok oluyorsa bu o insanın ölü olduğunu gösterir. İşte bu yüzden bir insanın umudunu, hayalini katletmekte suç sayılmalıydı.
"İnsan neden çok korkarsa, o korkusuyla mutlaka yüzleşir." demiştin hatırlıyor musun? Sonra da "Sen Allahtan başka
hiçbir şeyden, hiç kimseden korkma “diye eklemiştin. Ben o zaman korkmuştum korkmaktan... Ben çok korkuyorum.
Üşüyorum anne!
Ama üzerime yağan yağmurdan, üzerinde yattığım soğuk zeminden, gecenin rüzgârından değil... Sensizlikten
üşüyorum! Beni ısıtan, saran kolların olmadığı için üşüyorum. Korkuyorum! Bana korkma demene rağmen.
Her sensizliği tattığımda korkuyorum ben. Her kokunu içime çekmek isterken burnuma kokun dolmadığı için nefes
almaktan, kulağım sesinle bayram etmeyince, duymaktan, 'ANNE' diye seslenmek istediğimde cevap vermeyeceğini bildiğim için konuşmaktan korkuyorum!
Başımı dizlerine koyup huzurla uyumayı özledim. Bana söylediğin ninniler hala kulağımda ama sen yoksun. Senden
başka kimse de söylemedi bana ninni, zira söyleseler bile yerini alamazlardı senin…
İlk defa seni hastaneye götürdüğümüz günü hatırlıyorum, kanser demişti doktor amca. Anlamamıştım, hala da anlamıyorum o hastalığın önemini. Çabuk geçeceğini, iyileşeceğini sanmıştım ama kel gördüğüm kafanla tüm umutlarım yıkılmıştı. Uzun saçlarınla oynamayı çok
seviyordum oysa ben. Ama söylemedim hiç sana, sende seviyordun saçlarını, üzülmenden korktum. Ama sen yine de
güzeldin, her zamankinden daha güzel. Dudağında her zamanki gülümsemen, gözlerinde tarifsiz acı bana
özetliyordu her şeyi. İyi değildin farkındaydım. Ama umudum vardı iyi olacağına dair. Hep inandım, "Annem beni
bırakıp ta uzaklara asla gitmez." demiştim. Ama kandırdınız beni sen de herkes de. Kandırdı babam beni, iyileşecek dedi
inandım ama inanmamayı sen öğretmemiş miydin bana? "Her konuşan doğru konuşmaz oğlum. Yanlışı doğrudan ayırmayı da, doğru olmayı da bileceksin!" demiştin. Ama hepiniz yalancıymışsınız. Lakin biliyorum, ben üzülmeyeyim diye
yaptınız bunu. Kızmıyorum sana. Asla da kızamam!
Her hastaneye gittiğinde gözüm sokakta kalır dönmeni beklerdim. Gelip yanımda oturmanı, başımı okşayarak "İyi
olacağımı söyledi doktor amcan.' Demeni beklerdim heyecanla, gelirdin. Okşardın her zamanki sevginle beni, sarılırdın özlemle, söylerdin duymak istediğim yalanları,
gözlerime bakmazdın ama ben her şeyi anlardım. Son gittiğinde hayal ettiğim gibi gelmedin. Hastaneye gittiğin
günün sabahı o kadar çok adam geldi ki bize, herkes koşuşturuyor, evi toparlıyor, helva kavuruyorlardı. Anlam veremiyordum, birinin doğum günü olduğunu bile
düşünmüştüm. Nasıl da masum değil mi çocuk kalbi, hemen her şeye inanıyor.
Öğlen hala gelmiyor musun diye bakmak
için bahçeye indiğimde sokağın başından ambulansın siren sesini duymuştum. İstemsiz bir korku sarmıştı kalbimi. Hep
seni almaya gelirdi ama sen evde yoktun ki, 'Niye tekrar geliyor?' diye düşünmüştüm. Ambulansın arka kapısını açıp
sedye indirdiklerinde yüzü kapalı birini aldılar içeri. O an hissettim, o sendin. Öldü dediler ama inanmadım, nasıl
inanabilirdim ki? Benim annem ölemezdi, o bana söz vermişti, hep yanımda olacaktı. Zamanla anladım doğruluğunu, yoktun, gelmedin hiç, inandım bende inanmak
istemediğim lanetli gerçeğe. Söylesene insan kalpte öle bilir mi? Ben seni hala kalbimde yaşatıyorsam sen ölmüş mü
sayılıyorsun? Sen yaşıyorsun kalbimde, zihnimde, her an, her saniye yaşıyorsun. Olsun anne, sen kalbimde hep kal ben seni
görmesem de olur.
Biliyor musun anne, babam bize ihanet etti, aslında sana. O üzülmesin diye asla karşı çıkmadım ama hala kızgınım ona.
Bir kadınla geldi ve annen dedi. Elinde bir çantayla gelinip anne olunur mu hiç? "Bu benim karım" deseydi ne olurdu ki?
Yakmazdı en azından anne lafı canımı. Sen söyle hadi? Kafamı okşamayan, yüzüme gülmeyen, her gün suçum
olmasa bile beni döven kadın anne olabilir mi? Onun kibri yüzünden aç uyuduğum gecelerim o kadar fazlaydı ki? İki yıl
geçirdim onunla, iki yılın her saniyesini bana zehir etti. Kendi suçları yüzünden bile dövdü beni. Hissettin değil mi sende?
Seni de üzdü bu durum. Babam nasıl sevmişti Necla’yıanlamıyorum. Onun gibi kötü bir kadın sevilebilir miydi?
Senin resmin vardı sarılıp ağladığım, dertleştiğim aldı onu benden attı ateşe yaktı gözyaşlarıma aldırmadan. O kadar
yalvarmıştım oysaki. Acaba vicdan satın alınan bir şey mi? Eğer çok pahalı değilse alıp ona hediye etmek isterdim. Keşke alınabilseydi ve ucuz olsaydı. Pahasına param yetmezdi çünkü. Çoğu insana hediye edebilirdim o zaman.
Sonunda beni sokağa attı anne! Evet, karanlık ve yağmurlu bir gece onun en sevdiği parfümü elimden düşürüp kırdığım
için beni dövüp kanlar içinde sokağa attı. Kendisi hiç hata yapmadı mı, hiçbir şey kırmadı mı acaba? Oysa kalp kırmayı
nasıl da iyi yapıyordu. Hiç çocuk olmadı mı mesela, Oysa sen bana ;"Herkes eskiden bir çocuktu ve hala içinde bir yerlerde
o çocuğu saklıyor." demiştin hatırladın mı? Peki, o içinde bir yerlerde saklanan çocukta mı acımadı bana? Sen hissetmişsindir bunu da, "Anneler her şeyi hisseder, bilir." demiştin bir gün, hala aklımda.
Babam ne mi yaptı? İzledi. Belki öyle olması gerekiyormuş, kızmıyorum ona. Hala seviyorum babamı, çünkü sen de onu
sevmiştin. Ben senin sevdiğin her şeyi severim sen üzülme yeter.
O kadar çaresizdim ki o gece. Gidecek bir yerim, sığınacak bir evim yoktu senden başka. Senin kokuna, kollarına, sesine,
ninnilerine o kadar ihtiyacım vardı ki, keşke diyorum, keşke ninni söyleyip beni uyutmuş olsaydın ve tüm bu yaşananlar
da acı bir kâbus olsaydı, başımı okşayıp "Kalk oğlum, sabah oldu." deseydin ve ben kalksaydım, bu kâbus bitseydi. Nasıl
mutlu olurdum bir bilsen. Sana geldim her zamanki gibi. Başımı mezar taşına dayayıp saatlerce ağladım, seninle konuştum. Orada uykuya dalmışım. Sabah uyandığımda topraktaydı başım, sen kokuyordu toprak, ya da sen toprak
kokuyordun. O mezarı kazıp yanına yatmayı o kadar istedim ki, o an ama seni üzmekten ve incitmekten çekindim. İşte
kalan günlerde ya çöplükte, ya da boş inşaatlarda uyuyordum. Son zamanlarda bir cami avlusunda uyuyorum. Huzur
veriyordu Allah’ın evi bana. Hala soğuktu ama sokakta kalan bir amcanın verdiği küçük mont az da olsa ısıtıyordu küçük
bedenimi. Lakin kalbim hala buz gibiydi.
İlerde büyük bir adam olup o amcayı da yanıma alıp sokaklardan kurtarmayı hayal ettim hep.
Üç yıl oldu hiç arayıp sormayan babamı gördüm geçen. Karısı ve kucaklarında bir kız çocuğuyla AVM ye giriyorlardı. Garip hissettim, neden mi? Kucaklarındaki kız
gibi ben de çocuktum, peki farkımız neydi? Neden beni sevmeyip sokağa attılar ama onu kucaklarında taşıyorlar?
İstemsiz bir kıskançlık doğdu içimde ama bastırdım. Bazı duygular bastırılmalıydı, senin yokluğun gibi. Ağladığımı
yanağıma değen ılık sıvıyla fark ettim. Saklandım, beni bu halde görüp üzülürdü öyle değil mi? Acaba hiç düşünmüş
müdür beni neredeyim, nasılım diye. Sokağa çıktığında gözü aramış mıdır mesela? İhtimal veremeyecek kadar uzak
geliyordu bu düş bana. Beni görmemesi lazımdı, yırtılmış ve çamur içindeki kıyafetlerimle oldukça çirkindim.
Arkadaşlarımın yanına gittim, yine hırsızlık yapmışlardı. Sürekli hırsızlık yapmamalarını söylüyordum ama
dinlemiyorlardı beni. Sokak hayatının kuralıydı bu, yaşamak istiyorsan bir yolla para bulmalısın. Ama ben hiç girmedim o
oyunlara. Gerekirse aç yattım ama hırsızlık yapmadım. Ben ne mi yapıyordum? Ayakkabı boyuyordum. Haram para
istemiyorum ben. Bana helal paranın önemini sen öğretmiştin. Ben senin sevdiğin her şeyi yapıyorum. Geçen bir amca ayakkabısını boyadığım halde paramı vermediği için ondan paramı rica ettim ama o bana tokat attı.
Onu üzdüm mü diye de düşündüm, belki de parası yoktu. Olsun, parası olsaydı verirdi kesin, biliyorum ben.
Geçen ay bir çeteyle karşılaştım, çocukları yanlarına alıp zorla dilendiriyor, paralarına el koyuyorlardı. Bir kaç arkadaşımızı zorla arabaya sokabilmişlerdi ama biz kaçmayı başarmıştık. Şimdilik zor da olsa saklandım ama kurtulduğum
söylenemez. Her an gelip hepimizi götürebilirler. Sadece bu gece nerede uyuyacağım acaba endişesi değil de, bizi ne zaman bulacaklar korkusu da beni mahvediyordu. Korkma demiştin ama korkuyordum.
Sokakta bizim gibi kalan insanlar dışında hayvanlar da var. Bir köpeğim var mesela, her gece nerede olursam olayım beni bulup yanıma gelir, ben de elimde olan ekmeğimi onunla bölüşürüm. Dertleşiriz biraz. Tabi o sadece dinler beni, ben ise anlatırım. Ama biliyor musun? Birine bir şeyler anlatmak
çok güzel. Bizi hayvanlardan başka kimse de dinlemez zaten. İnsanlar bize sokak hayvanı muamelesi yapıyor, küfrediyor,
sövüyor, dövüyor, büyük abilerse tekme atıp bazen de yüzümüze tükürüyorlar. Oysa biz de insan görünümündeydik. Bizim üç gözümüz, beş kulağımız yoktu ki! Bizim de kalbimiz vardı, biz de nefes alıyorduk, biz de İNSANDIK! Herkes gibi.
Geçen ay doğum günündü, param olmadığı için parktaki sarı güllerden koparıp gelmiştim mezarına. Param olsaydı daha
güzelini alırdım ama yoktu işte. Cennette güller olduğunu söylemiştin, birini kokla ben getirdim zannet olur mu? Toprağına koydum başımı dizlerin misali. İstemsiz bir huzur doldu içime. Nefes almaya daha yeni başladım sandım. Sesin geldi birden aklıma, görüntün, gülümsemen. Güzelsin her zamanki gibi. Ama toprak yakışmıyor sana. Bu siyah taş hele hiç yakışmıyor. Bir gün hepimizin toprak olacağını
söylemiştin. Sen neden bu kadar çabuk toprak oldun ki anne? Haksızlık değildi mi bu küçük çocuğuna? Ama biliyorum
senin suçun yok ölüm geliyorum demezmiş. Bunu da sen söylemiştin. Ne çok şey öğrenmişim ben senden. Gerçekten de insanın en güzel öğretmeni annesiymiş.
Dün bir adam ayakkabısını boyamasam da bana para verdi. "Ben paramı kazanıyorum, haramla işim olmaz abi!" dedim. Adam da bana, "Bu haram değil ki, ben rızamla veriyorum." dedi başımı okşayarak. Beş yıl, tam beş yıl olmuştu bu duyguyu tatmayalı. Ne kadar da özlemiştim başımın okşanmasını. İyi insanlar hala varmış demek ki. Kabul etmedim parayı o da bana zor da olsa döner ısmarladı. Yedik
birlikte. Ama karşılığında ayakkabısını zor da olsa boyadım. İyilik karşılıksız kalmamalıydı bence.
Bela geliyorum, hayat bitiyorum demezmiş. Ölüm hep ensemizde bize kavuşacağı anı bekliyor, Azrail’e 'koş' mesajı çekmek için zaman kolluyormuş, bunu da yeni öğrendim. Az önce arkadaşlarım bir dükkânda hırsızlık yaptılar. Kasadaki bütün paraları çalmışlar. Emre’nin "Koşun.." kelimesiyle içimi korku sardı ve istemsizce arkalarından
koştum. Onların arkasına düşen bir adam beni de onlardan sandı, beni anne, oğlun Mert’i. Oysa hırsızlık yapmamalarını
onlara söyleyen bendim. Ve o çocuğu üzmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu bilmeyen adam arkamızdan gelmeyi asla
bırakmadı. Silah sesiyle afalladım. İlk ne olduğunu anlayamadım, ta ki istem dışı yere yığıldığım ana kadar. Ne kadar da kolaydı tetiğe basmak, bir can almak öyle değil mi?Bir çocuk olduğumu görmedi mi, anlamadı mı? Oysa çocuk dünyadaki en masum canlı değil miydi? Senin yanında yer var mı anne? Az kaldı yanına geliyorum galiba.
Bumbuz zeminde yatıyorum ve her yer kan. Bana kimse yakın durmuyor. Oysa geçen bir adama araba çarptığı için herkes onun etrafına toplanmış, ambulans çağırmışlardı. Hatta bir amca adamın yanında oturmuş onu iyileştirmeye
çalışmıştı. Galiba benim kıyafetlerim ve yüzüm kirli olduğu için beni sevmiyorlar, ondan ilgilenmiyorlar benimle. Herkes
bakıp geçiyor, hatta bir teyzenin "Hak etmiştir!" dediğini duydum. Hak etmedim ki, ben hırsız değilim! Hem hak etsem
bile suçum ölmek miydi? Allahtan başka biri bir insanın canını alabilir miydi? Galiba Allahtan korkmayan biriydi... Ama sen bana kimseden korkma Allahtan başka demiştin. Çelişkili konular bunlar. İnsan yapmadığı bir günah yüzünden ceza alır mı? Oysa sakince "Sen mi yaptın, neden yaptın? " diye sorsa, açıklama yapmamı bekleyebilirlerdi. Sorsaydılar da arkadaşlarımı satmazdım ama kendimi de
temize çıkarırdım ben. Ben en sakındığım şeyle suçlandım, en korktuğum günah yüzünden vuruldum.
İnsanlar neden bu kadar vicdansız? Sokakta da kalsam yaşamak istiyorum. Ben dilenmedim ki, hırsızlık ta yapmadım. Ben helal para kazandım. Hem dilenmiş olsam bile ne olmuş? Ama hırsız değilim ben! Ama gene sevmedi kimse beni. Herkes küfretti, herkes dövdü beni ama ben onlara kızmadım, kötü bir şey söylemedim. Peki, şimdi neden
ölümümü seyrediyorlar? Bir çocuğun ölmesi bu kadar mı umursanamayacak bir olaydı? Bir gül düşün, daha yeni
oluşmuş, tomurcuk olup açmaya hazırlanıyor ve dolu yağmur
yağarak gülü öldürüyor, tıpkı benim gibi. Ben kanser değilim, hasta değilim, yaşlı da değilim, ben suçsuz on dört yaşında
bir çocuğum ama yine de ÖLÜYORUM! Sokakta yaşayan çocuklar çocuk değil mi? Ben ister miydim sokakta kalmayı?
Hatta benim gibi binlerce çocuk ister miydi? Kim ister ki, sıcak ev, sıcak yatak varken, aile sıcağından uzak yalnızlığın
rüzgârında üşümeyi, soğuk sokakta donmayı?
Anne, sıcak kollarına alsana beni üşüyorum. Ölümün ensemde olması mı beni üşüten, yoksa dün yağan yağmurun
asfaltı daha soğuk hale sokması mı belki de insanların bu kadar duyarsız olması… İlerde beyaz bir ışık var sen mi geldin? Keşke sen gelmiş olsan, özledim kokunu, geldiysen ölüme bile razıyım ben. Gel de çek al beni bu acı dünyanın kollarından, senin sıcak kollarında her şeye razıyım ben. Gel de okşa saçımı, "Bitti bu kâbus!" de. Gel de sarıl bana her zamankinden bile daha sıkı.
Evet sensin! Gördüm anne gördüm seni! Saçların, onlar uzamış, dudağındaki o gülümseme bu defa gerçek, eskisi gibi
güzelsin, hiç değişmemişsin. Hala aynı şefkat ve sevgiyle bakıyorsun bana. Almaya mı geldin beni? Uzattığın eline ulaşmaya çalışıyorum, yakala beni. Üşüyorum anne, ısıt beni!
------------
Sokakta yaşayan bir insanın da, villada yaşayan bir insan gibi kalbi var. Kırılan, incinen, burkulan ve yeri gelince sonsuza kadar atmayı bırakan... Dışarı çıktığımızda bir günde en az üç çocukla karşılaşıyoruz bu durumdan mustarip. Sevgiye, merhamet ve şefkate ihtiyacı olan binlerce çocuğun
sadece küçük bir kısmı gördüklerimiz… Anne kollarından, baba evinden ayrı, buz gibi geceleri kendine oda edinmiş o kadar çocuk. Farkı ne onların? Sokakta kalmaları mı? Kirli olmaları mı? Dilenmeleri mi? Ya da ayakkabı veya araba camı silmeleri mi? Yoksa hırsızlık yapmaları mı? Onlarında
sığınacağı bir ev olsaydı eğer bu kadar kirli görünmez ve hırsız olmazlardı. Onların belki kıyafetleri kirli bizim ise kalbimiz ve vicdanımız. Onların kalbi bir çiçek misali açmayıbeklerken, biz kör olmuş kalbimiz ve zombiye dönmüş beynimizle o çiçekleri göremiyor, açmaları ve solup ölmemeleri için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Nedir bizi onlardan farklı yapan? Sadece vicdan! Neden mi? Çünkü Allah herkesi eşit yaratır, suç vicdanını yetiştiremeyende! Sokakta kalan tüm insanların yaşadığı bu hayattan hepimiz sorumluyuz ve bu günah hepimizin. Eğer el uzatabilsek ve
iyilik yapabilseydik sokakta donan onlarca çocuk büyümeden ölmeyecekti! Tıpkı su dökülmüş hiçbir çiçeğin solmayıp
ölmediği gibi.